Moena, İtalya'da küçük bir kasaba. Avusturya sınırında ve Alp Dağları'nın zor güneş alan eteklerinde şirin bir yerleşim yeri. Google altyapısından araştırırsanız bu yer ile ilgili karşınıza ilk olarak çıkacak olan şey; kış turizmi ve kayak merkezlerinin güzelliğidir. Lakin bizim bugünkü yazımıza can verecek olan ne kış turizmi ne de İtalya'nın kayak merkezleri. Ne mi? El cevap; tarih.
Hadi şöyle birazcık eskiye gidelim. Çok değil 336 yıl öncesine. Hani şimdilerde bir süper güç olarak isimlendirilen Amerika Birleşik Devletleri falan o zamanlar kurulmamış ki ABD kurulalı şunun şurasında 243 yıl oldu. Neyse 1683 yılındayız, II. Viyana Kuşatması, bir tarafta Osmanlı İmparatorluğu diğer tarafta Habsburg Haçlı İttifak Devletleri var. Ordunun başında ise hepinizin bildiği Merzifonlu Kara Mustafa Paşa. Paşanın en mühim özelliğinin istihbarat teşkilatına verdiği önem ve bu herkes tarafından biliniyor. Kuşatma öncesi Viyana'ya alanlarında uzman on bir istihbarat mensubu yerleştirir. Fakat vakit daralmakta, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa'nın İstihbarat elemanlarından haber gelmemektedir. Hal böyle olunca paşa en güvendiği yardımcılarından biri olan yeni çeri Hasan'ı çağırır. Ondan Viyana'ya gidip istihbarat mensuplarından haber getirmesini ister. Ben tam burada biraz düşündüm, Paşa neden Hasan'ı seçti diye? Sonradan öğrendim ki, Hasan Rusça, Almanca ve İtalyanca bilen, uzun yıllar Venedik ve Viyana'da kalmış bir yeniçeri. Hatta Berlin ve Roma'ya istihbarat mensubu olarak gidip geldiğine dair bilgiler var. Hattı zatında Viyana'ya da gider ve kısa sürede de geri döner.
Merzifonlu Kara Mustafa Paşa, Padişah IV Mehmet'e daha kuşatmadan bahsetmemişti. Haliyle işleri de ağırdan almaktadır. Tam bu esnada Viyana'dan gelen Hasan, herkesin içinde Sadrazam Kara Mustafa Paşa'ya ''şuan ki şartlar kaleyi acil kuşatmayı ehemmiyetli kılmaktadır. Ok yaydan çıkmıştır bir kere, müsaade edin hedefine varsın. Binlerce askerin ve şehitlerin beklediği zaferi murdar etme hakkına sahip değilsiniz. Son olarak diyecek olduğum şu ki; hemen hücuma geçmezseniz, sizi Allah affetse bile şehitler affetmeyecektir'' der. Tabii ki bu sözlerin bir bedeli olur. Bir yeniçerinin sadrazamla bu şekilde konuşması kabul edilemez bir durumdur. Hemen idamı istenmek üzere yeniçeri ağasına teslim edilir Lakin ağa da Hasan gibi düşündüğü için ellerini gevşek bağlayarak kaçmasına müsaade eder. Olayın ilginç kısmı ise, arkasından ne sadrazam Mustafa Paşa ne de yeniçeri ağası izinin sürülmesini isterler. Bir müddet sonra casus bir gurupla tutuştuğu kavgadan yaralı olarak Viyana'nın bir köyüne sığınır. Sizce bu köy neresi?
Moena, İtalya'da küçük bir kasaba. Yeniçeri Hasan burada kalmış ve köylülerden yardım görür. Hatta oradaki bir İtalyan kızla evlenir. Fakat oranın giyim kuşamına adetlerine ayak uydurmak yerine bir Türk gibi, yeniçeri gibi giyinmeye devam eder. Hatta ne pos bıyıklarını keser ne de kılıcını kuşanmayı bırakır. Köylüler de ona EL Turco ismini koyar. Dönemin dukası halka ağır vergiler yüklemiştir ve bir gün köye gelerek halka eziyet eder ve vergi toplar, üstüne köyü yağmalar. Yeniçeri bu durumu kabul edemez ve benim olduğum yerde böyle bir şey yapılamaması lazım diyerek bir dahaki vergi dönemine kadar halkı yeniçeri eğitimi ile eğitir, silahlandırır. Kılıç kullanmasını ok atmasını hatta ateşli silah kullanmasına varana kadar bildiği her şeyi öğretir. En önemlisi halkı ayaklanmaya ikna ve teşvik eder. Dukanın askerleri geldiğinde en az kendileri kadar güçlü bir kuvvetle karşılaşınca kaçacak delik ararlar. Bizim Hasan da olur artık Balaban Hasan. Balaban yırtıcı bir kuştur. Şimdilerde Monea kasabasında Balaban Hasan adında bir çeşme var. Yanlış hatırlamıyorsam 1922'de yapılmış. Yani öyle çok eski değil. Oradaki insanlar El Turco geleneklerini festival yaparak arada fes takarak, şalvar giyerek, Balaban Hasan'ın evine Türk Bayrağı asarak yaşatmaya devam ediyorlar. Lakin fes giymekle Osmanlı olmadılar, şalvar giymekle laiklik de ellerinden gitmedi, Balaban Hasan adına çeşme yaptırmakla bir şey kaybetmediler. Her yıl temmuz ayında bir şölen düzenlenmektedirler. Oraya giden gezginler Türk olduklarını söyleyince özel bir ilgi gördüklerini söylüyorlar. Sözün hülasası yüz yıllardır bir Türk gittiği yere değer katar.
Değerli okurlarıma saygı ve sevgilerimle...