Merhaba Anne...

Gecenin sisli karanlığında yazıyorum sana bu mektubumu, kucağının sıcaklığı geliyor aklıma... Yüreğimde hummalı duygular, sesinle avunuyorum uykularımda... Deniz fenerleri geliyor göz önüme, sisler arsında ki kayboluşlara ışık saçan, kıyılarına çarpmamakta zorlanan bir gemiyim limansız, uçsuz bucaksız rotalara yelken açan...

Özledim seni...

Babamı...

Kardeşlerimi...

Memleketimi...

Her ne kadar yar var ise gönülde, olmuyor işte... Gurbet izin vermiyor bu serzenişte... Büyüsü bozulmuyor sessiz, başka ten başka kucak avutmuyor ki sensiz, yalnızlığı neyleyim anne...

Nasılsın Anne...

Hastalığın bir şeyin yok değil mi? Her sorduğum da yok diyorsun ben üzülmeyeyim diye ama dizlerinin ağrıdığını bili-yorum. Hayata inat duruyorsun ayakta, saçındaki aklara inat kınalar yakıyorsun nasırlı ellerine... Alnındaki çizgilerle gülümsüyorsun hayata, Rize'nin çamurlu bahçelerinde geziniyorsun.

Sabah namazında başlar senin günün, inekleri sağarsın, çay toplarsın, mısır ekersin, fasulye dikersin, yorgun düşersin yeni doğmuş bebek gibi... Akşam vakti uyuya kalırsın, o yıllanmış kanepede... Sana rahat gelir sert tahtaları, aldırış etmezsin bile...

Beni bekle Anne...

Bütün özlemlerim birikti içimde, telefonda sesini duymak yetmiyor, bana sarılışın, öpüşün, koklayışın, her şeyin hasret bedenimde... Gizliden gizliye ağladığım her günüm işkence, sensizliği neyleyim anne...

Babamın kahkahalı muhabbeti, arada bir atışmalarımız, Karadeniz'e doğru yudumlanan bir bardak çay, yamaçlarında taze meyveler, komşumlar, eş dost akraba, bayram sabahında el öpmeler, bir tabak turşu, bir tava hamsi, neyi nasıl anlatacağımı şaşırdım şimdi...

O kadar doluyum ki, bu son satırımda bilmeni istiyorum yine, Seni çok seviyorum Anne...