Efsaneleşmiş kişilerin yahut olayların genelde çok eski tarihlerde yaşamış oldukları düşünülse de bir şeylerin efsane olması için öyle bin yıllar falan geçmesine gerek yoktur. Çok yakın tarihte yaşamış ve hatta farketmesek de aramızda yaşayan efsaneler de mevcuttur.
Bugün, ismini belki de çokça duyduğunuz, bu yüzyılda yaşamış olan ve hakkında onlarca söylentiler çıkmış bir efsaneyi konu edineceğiz, Eşref Sencer Kuşçubaşı. Yani adı Ortadoğu'dan Balkanlara, Mısır'dan Arabistan'a kadar duyulmuş namı değer Kuşçubaşı Eşref. Araplar ona kuşların şeyhi diyorlardı, çünkü her türlü gizli bilgiyi bildiğine göre bu adam, kuşların da dilini biliyor olmaydı...
Bir Osmanlı subayı olan Kuşçubaşı Eşref, II. Abdülhamid zamanında yaşamıştır. Abdülhamid'in icraatlarından hoşnut olmayan Kuşçubaşı İttihat ve Terakki'ye katılır. Asi bir ruha sahip olan Kuşçubaşı biraz da Terakkicilerin kışkırtmasıyla başkaldırmaya başlayınca Abdülhamid onu ilk olarak Makedonya'ya sürgüne gönderir. Fakat Kuşçubaşı burada da rahat durmayacaktır. Abdülhamid'in casuslarıyla didişmeye balayınca buradan da Hicaz'a sürgün edilir. Hicaz'da bir müddet zindanda kalır lakin iyi bir Osmanlı ajanı olması hasebiyle kaçmanın bir yolunu bulur. Böylesi bir yetenek ve yönetici karaktere sahip birinin kaçtıktan sonra boş durması beklenmez ve o da hemen kendine gizli bir örgüt kurar. Ülke ülke gezer, Yemenden Avrupa'ya, Balkanlar'dan Ortadoğu'ya... Abdülhamid'e olan kızgınlığı, babasının hapsedilmesiyle kat be kat artan Kuşçubaşı o güne kadar kimsenin aklına gelmemiş, gelse bile muvaffak olamayacağı bir eyleme kalkışır. Abdülhamid'in Başyaveri, Medine Garnizon Kumandanının oğlunu kaçırır. Bir Osmanlı garnizon kumandanının oğlunu dört tabur askerin arasından yakalanmadan kaçırabilmek yine bir Osmanlı ajanının yapabileceği bir iştir. Bu eylemiyle artık bir kesime göre hain bir kesime göre ise kahraman olacaktı. Sonradan Abdülhamid Kuşçubaşını affetse de, kendisi de kaçırmış olduğu Vasıf Bey'i serbest bıraksa da kimine göre hain olmaktan kaçamamıştır.
Abdülhamid tahttan indirildikten sonra Kuşçubaşı bir müddet Teşkilatı Mahsusa'nın başkanlığına getirilmişti. Burada şunu da belirtmek isterim ki her ne kadar Kuşçubaşıyla Sultan Hamid'in yıldızları barışmasa da ortak bir düşmanları vardı, İngilizler. İngilizler Ortadoğu, Afrika'nın büyük bir bölümüne hakim olmak için var gücüyle çalışıyorlardı. Osmanlı'da karşı koymaya çalışsa da gücünün yettiği söylenemezdi. Tam bu ortamda Yemen'in müdafaası ve Yemenli Müslümanların örgütlendirilerek Osmanlı için harekete geçirilmesine karar verilmişti. Bunun için Yemen'e üç yüz bin altın gönderilecekti. Lakin İngiliz tarafından işgal altında olan Yemen'e bu altınları kim götürecekti? Sizin de tahmin ettiğiniz üzere Kuşçubaşı.
Arap dillerini şivelerine kadar konuşabilen ve bir Arap'tan ayırt edilmesini imkansız kılan kılık kıyafetiyle Eşref Altınları kırk adamına bölüştürür. İlk durağı Medine müdafaasındaki Fahrettin Paşa'dır. Fahrettin Paşa Eşref'i bu işin zorluğuna ikna etmeye ve bu işten vazgeçirmeye çalışsa da başarılı olamaz ve ona Hayber'e kadar askerlerini eşlik ettirilir. Lakin bu kaçınılmaz sonu değiştirmeyecektir. Şerif Hüseyin'in yirmi bin kişiyle bir avuç Osmanlı askerini kuşatır. Kuşçubaşı Altınları çöl kumlarına gömerek çatışsa da arkadaşları ölür kendisi de esir düşer. Namı o kadar yayılmıştır ki onun esir olduğunu duyan Osmanlı taraftarı halk ayaklanır ve Şerif Hüseyin'in gazetelerini sokaklarda ateşe verir. Ama burada asıl dikkatimizi celbetmesi gereken husus ise İngiliz Ajanı Lawrence'ın Kuşçubaşı Eşref'i görmeye gitmesidir. Lawrence'ın el yazılarında da bu görüşmeden bahsedilmiştir. Ama bu görüşmeden benim dikkatimi çeken husus şudur ki; yıkılma noktasına gelmiş olan Osmanlı Devleti'nin istihbarat teşkilatı sapa sağlam ayaktadır. Şöyle ki; İngiliz casusu ve Osmanlı ajanı arasında geçen konuşmada Kuşçubaşı, Lawrence'a "Seni daha önce de gördüm" der. Lawrence buna inanmaz ve kanıtlamasını ister. Bunun üzerine Kuşçubaşı "Bir gün Ürdün'de bir Arap şeyhi ile karşılaşmış onu Osmanlı'ya isyana teşvik etmiştiniz. İşte O Arap şeyhi bendim" der. Tam da burada en meşhur sözünü söylüyor Lawrence'a "öyle belalar salacağım ki üstünüze yüz yıl geçse de kurtaramayacak ülkeniz". Bunu yaptı mı? Yaptıysa nasıl yaptı? Öncesinde şu bahsi kapatalım isterseniz. İki hafta sonra bir köşedeki bir Türk karakoluna Siyahi bir adamla (Zenci Musa, hikayesi başka vakte) iki kişi gelerek emanetleri getirdik der ve üç yüz bin altını teslim eder. Muhteşem plan işlemiştir.
Avrupa'nın en köklü ve en eski direniş örgütü IRA'dır (İrlanda Direniş Örgütü- 1917 kuruluş ). Bu örgüt bir söylentiye göre Abdülhamid ve/veya Kuşçubaşı Eşref tarafından kurdurulmuştur. Yüz yıldır İngiltere'nin başına beladır. Son olarak Kuşçubaşı Trablusgarp, Balkanlar'da savaşmışsa da Çerkez Ethem ile beraberliği neticesinde hain ilan edilir ve vatandaşlıktan çıkartılıp Türkiye'ye girişi yasaklanır. Demokrat Parti'nin iktidarı döneminde affedilir, ülkeye döner, normal bir yaşam sürer ve 1967'de eceliyle ölür. Bin yıl geçmez ama bir efsane doğar.
Değerli Okuyucularıma Sevgi ve Saygılarımla...