Montaigne diyor ki "Kanunlardan daha çok, daha ağır, daha geniş haksızlıklara yol açan ne vardır?"

İlginç değil mi? Kanun haksızlığa, çok ağır haksızlığa sebep olabiliyormuş o zamanlar.

İstanbul sözleşmesinin önemi kadına yönelik şiddet ve ev içi şiddetin önlenmesini konu alan ve hukuki bağlayıcılığı bulunan ilk uluslararası belge olma iddiası vardı.

Hulasası Kadına yönelik şiddet ve aile içi şiddetin önlenmesine yönelik çalışmalar yapılması.

Şiddet mağdurlarının korunması. Kadınlara yönelik şiddetin bir suç olarak nitelenmesi ve şiddet uygulayan tarafın yargılanması.

Sözleşme kapsamındaki herhangi bir şiddet eyleminin gerçekleşmesini müteakiben başlatılan cezai işlemlerde; kültür, gelenek, din, görenek ve sözde "namus"un bu eylemlerin gerekçesi olarak kabul edilemez olması ülkemiz açısından son derece dikkat çeken bir durumdu. Türkiye'de kadına yönelik şiddet ile mücadeleyi zayıflatan unsurlardan biri, kadınlara yüklenen annelik ve bakıcılık gibi geleneksel rollere öncelik verilmesi eleştiri konusu olmuştu.

Bir taraf Türk aile yapısını zedelediğinin ve eşcinselliği normalleştirdiğinin öne sürerken, diğer taraf "Bu sözleşmenin eşcinsel yönelimleri meşrulaştırmasına sebep olduğunu iddia etmek ise en hafif tabirle kötü niyetliliktir." diyordu.

İstanbul Sözleşmesi'ni her üç kişiden biri biliyor. Ankete katılanların, 84'ü İstanbul Sözleşmesi'nde kalınması, 16'sı çıkılması gerektiğini belirtirken, 62'si İstanbul Sözleşmesi'nin ne olduğunu bilmediğini ifade etti. Toplumsal cinsiyet fark etmeksizin, eğitim oranı arttıkça sözleşmenin içeriğine dair bilgi sahipliği artıyor. Ev içi şiddete odaklanan sözleşmenin bilinirlik oranı ev kadınları arasında çok düşük. Ev kadınlarının 21'i bilgi sahibiyken, lise altı eğitimli ev kadınlarında bu oran 16'ya kadar düşüyor.

2017'de 353, 2018'de 279, 2019'da 336 ve 2020'de ise 266 kadın cinayet işlendiğini söyleniyor. Rakamlarda çelişki var. Kadın Cinayetlerini Durduracağız Platformu verilerine göre 2020 yılında öldürülen 300 kadının 97'si evli olduğu erkek, 54'ü birlikte olduğu erkek, 38'i tanıdık birisi, 21'i eskiden evli olduğu erkek, 18'i oğlu, 17'si babası, 16'sı akraba, 8'i eskiden birlikte olduğu erkek, 5'i kardeşi, 3'ü tanımadığı birisi tarafından öldürüldü.

Öldürülen kadınların yüzde 22'si ekonomik, 96'sı da boşanmak istemek, barışmayı reddetmek, evlenmeyi reddetmek, ilişkiyi reddetmek gibi kendi hayatlarına dair karar almak isterken öldürüldü.

Kadınların 181'i evinde, 48'i sokak ortasında, 15'i işyerinde, 14'ü de arazide, 11'i arabada, 5'i otelde, 4'ü ıssız bir yerde öldürüldü.

Gerekçe ne olursa olsun insanın insana kıyması feci bir durumdur. Kadın cinayetleri bu toplumu derinden etkileyen çok kötü bir durumdur. Gelenek ve göreneklerden toplumu soyutlamak ne zaman mümkün olur? Avrupa bu konuda çok ilerinde olmasına rağmen kadın cinayetleri azalmamış aksine artmış. Yani geleneklerinden uzaklaşan Avrupa'da kan durmamış!

Sözleşmeden çıkmak yetmiyor. İslamiyet'in kadına verdiği değer, geleneklerimizin kadına yüklediği anlam kanunlarımızla garanti altına alınırsa bu vahşet azalabilir.

Toplumun en büyük yarası kadın cinayetleridir, kadına uygulanan vahşettir.

Kanuni düzenlemeler evet ama eğitim birinci meselemizdir bana göre.