Birliği ve bütünlüğü ne kadar görebiliyoruz? İnsanı ve dünyayı, tanıyabildiğimiz, görebildiğimiz ve araştırabildiğimiz kadarıyla biliyoruz. Nedir bizi sınırlayan? Bu bilme ve tanıma sürecinde fiziksel ve zihinsel sınırlar bizi başkalarıyla iletişimden alıkoymakta.
Oysa iki kutup, beş kıta, dört (beş) okyanus, iki yüz sekiz ülke... Ayrıca tarihten günümüze gelen ve ulaşamayan medeniyetler ve bunlara bağlı kültürel birikimler. Elbette dinler ve inanışlar... Çok daha fazlasını yaşatmış ve yaşatmakta olan dünya hakkında bildiklerimiz zihnimizdeki hangi sınırların eseridir? Bu soruya vereceğimiz en doğru ve samimi cevap bilme kapasitemizi belirliyor.
Zihnimize örülü sınırlar neticesinde dünyayı ne kadar da sorunlu bir yer olarak görüyoruz. Bize haber diye anlatılanlar olumsuzluklardan örülü metinler ve görseller. Hiç mi güzellik yok? Dünya, insanlığı istemiyor mu?
Elbette böyle bir küskünlük yok. Dünya kendi bütünlüğü içinde etrafında dönmeye devam ediyor. Ay'a çıkan ilk insan, "Buradan dünya güzel ve ışıklı; yekvücut halinde ve sakin görünüyor." demişti. Uzaydan dünyaya bakınca tüm sınırlar ortadan kalkıyor. İnsan gözü, görme eylemini bir bütünlük içinde gerçekleştiriyor. Böylece birliği ve bütünlüğüyle dünya seriliyor gözlerin önüne.
Bizler de hayata ve insana tarih içindeki bütünlüğü ile bakabildiğimizde bir sonuca varacağız. Bu sonuç bizi müjdeci olmaya aday karakterlere dönüştürecek. Böylece insana ve insanlığa anlatacak iyi ve güzel şeylerin olduğu bilinciyle ötekileştirmeden müjdeleyeceğiz.
Peki, bu sonuç nedir?
Son nefesine kadar bir bütün olarak görülen insanın hala kendi gerçekliğini bulma hakkına sahip olduğu. Öyleyse bizler de bu bilinçle dünyanın da sonuna kadar birlik ve bütünlük içinde görülmeye ve öylece işlenmeye hakkı olduğunu ona iade etmeliyiz.