Yazılarımı takip edenlerin bildiği üzere genellikle güncel mevzuları, güncel bilgilerle yazmayı ve paylaşmayı severim. Yalnız, bu hafta biraz farklı bir konu kaleme almak istiyorum. Güncel olmayan lakin genellikle birçok kişi (ben de dahil) tarafından merak edilen fakat okumaya nereden başlanılacağının bilinmediği bir konuyu işlemek istedim. Tasavvuf ve insan-ı kamil. Bu hafta sizleri sıkmadan tasavvufun doğuşunu ve insan-ı kamil olma fikrinin ortaya çıkışının hülasasını yer yer örneklere de başvurarak dilim döndüğünce anlatmaya çalışacağım.
Tasavvuf düşüncesi hicri 150-200 yılları arasında ortaya çıkmış. Bir an o dönemi düşünelim. Yeni fetihler yapılıyor, akın akın insanlar İslamiyet'e bağlanıyor. Kimi alimler itikat konularına, kimileri ibadete (Fakihler), kimileri Kur'an'ı tefsire (Müfessirler) çalışıyorlardı. Farklı dilde olan İslam alimleri Arapça üzerinde çalışıp temel bilgileri Allah'ın izniyle insanlara ulaştırmaya çabalıyor ve başarılı da oluyorlardı. İşte bu dönemde İslamiyet'i tercih etmiş insanlarda dini bağlamda bir zayıflamanın görüldü. Bazı Allah dostları da İslam dininin ahlaki boyutunu, edep ve ilahi aşkı kendilerine inceleme alanı olarak tercih ettiler. Bizler bu Allah dostlarına Salih, Arif, Sufi ve Veli gibi isimler verdik. Bu aşk ve ahlak önderleri hicri 5. ve 6. Yüzyıllarda tasavvuf okullarını kurdular. 12.yy dan sonra ise tarikat önderleri tasavvuf düşüncesiyle Allah'a götüren yolları insanlara anlattı ve bazı alimler kurumsal olarak yapılanma gerçekleştirdi. Örneğin; Mevlana'ya atfedilen Mevlevilik, Hacı Bektaş Veli'ye Bektaşilik, Hacı Bayram Veli için Bayramiyye, Aziz Mahmut Hüdai için Celvetiyye, Şeyh Nasirüddin (Ahi Evran) için Ahilik gibi tasavvuf sınıfları oluşturuldu. Bu sınıflarla birlikte Yunus Emre gibi Sufiler maneviyat olarak o dönemde toplumunun şekillenmesi adına birçok faaliyette bulundular.
Bu kısa tarih bilgisinden sonra tasavvuf ne demektir ve ne üzerine kurulmuştur? Diye sorabiliriz. El cevap; İslam ruhi hayatının ahlak ve nefs tezkiyesidir (tasavvufta, nefsi, ona bulaşan kir ve pastan temizleyerek nefs-i emmare mertebesinden nefs-i mutmainne mertebesine çıkarmak, ruhu manevi kirlerden arındırmak tezkiyedir). Çalışma alanı ise; kainatın sırları nedir? İnsan olarak kimiz? Niye yaşıyoruz? Ölüm ve sonrası nedir? Soruları üzerine kurulmuştur. Ehli sünnet olan 4 mezhebin kurduğu tasavvuf düşüncesi sonraları İbn-i Arabi'nin (1165-1240) vahdet-i vücud düşüncesiyle farklı bir eksende ilerler. Bu arada bir satır arası bilgi olarak tasavvuf kelimesinin suf' tan geldiğini, suf'un yün, yünlü elbise demek olduğunu ve giyene tesavvefe denildiğini bildirelim.
İnsan-ı Kamil
Tasavvufun önemli bir kavramıdır İnsan-ı kamil. Lakin başında belirtmek isterimki Kamil insan, Mürşid-i Kamil ve İnsan-ı Kamil birbirlerinden farklı kavramlardır. Hz. Muhammed (sav) ve onun makamı için kullanılan makam insan-ı kamildir. Yani insan-ı kamil derken bir kişiyi kastediyoruz. Mürşid-i Kamiller ise onlarca yüzlerce. Kimin Mürşid-i Kamil olduğunu bilmek ise kolay değil. Manevi olarak herkesi kapsıyorsa ona mürşidlik verilir. Bu arada belirtmek isterim ki Kemalat tüm insanlara açık bir kapıdır. Öte yandan tasavvufun çıkış yerinin Hz. Muhammed (sav)'in Hıra Dağı'ında inzivaya çekilmesine ve Mescid-i Nebevi'de Sufa bölümünde verilen derslere dayandığı da söylenmekte. Burada olan öğrenme pratikleri tasavvufun kaynağını teşkil eder. İnsan-ı Kamil kavramının dayandığı nokta; bizim Allah'ı zatı ile bilemeyişimiz. Onu bilebilmenin yolu tecellileri üzerindendir. Allah'ın ''kün fe yekün'' diyerek var ettiği görünür alem Allah'ın tecellisidir. Bizler o tecellileri görerek Allah'ın zatını bilebiliriz. Örnek vermek gerekirse bir ot parçası da bir tecellidir; insanın kendisi de tecellidir. Lakin Allah'ın tecellileri içerisinde insan özel bir konumdadır. Ot, ot olduğunun farkında değildir lakin insan kendisinin farkındadır ve bütün tecelliler en yüksek olan tecelli olan insana hizmet için varıdır. İnsan tecellisinin üzerinde de bir tecelli vardır ve Allah'ın en yüksek tecellisine de insan-ı kamil denir. İnsan-ı kamil ile kast edilen aslında bir kat, makam, bir haldir. Burada insan-ı kamil ile kast edilen kişi esasen Hz. Muhammed (sav)'dir. Tasavvuf tarafından bunun dayandırıldığı nokta ise Levlake hadisi olarak bilinen bir kudsi hadistir. Üzerinde günümüzde bile çokça tartışılan ve bir kesimin sahih olmadığını iddia ettiği bir hadiste şöyle denir:
"Levlake levlak lema halaktu'l-eflak" yani "Sen olmasaydın, ey habibim, felekleri (kainatı) yaratmazdım."
Hülasa insan-ı kamil bütün varlığın aklının, kalbinin ve ruhunun sigaya (soru) çekilmesidir ; bu olmadan hiçbir şey doğru olarak idrak edilemez, hiçbir ilim marifete, hiçbir hareket fiile dönüşemez.
Değerli okurlarıma saygı ve sevgilerimle...